erülke
Çarşamba, Şubat 25, 2009
Salı, Şubat 24, 2009
Cuma, Şubat 20, 2009
Doğu Türkistan için Özgürlük,Bağımsızlık ve Demokrasi-Sherqiy Türkistangha Musteqilliq, Erkinlik We Démokratiye
Doğu Türkistan, Orta Asya'da Batı Türkistan'ın doğusunda yer alır. Çin, Mogolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet gibi ülkelerle komşudur.
Yönetim Şekli Özerk Bölge
Başkent Urumçi
En Büyük Şehir Urumçi
Alan 1.660.001 km²
Nüfus
- Yoğunluk 19.630.000 (2004)
11,8/km²
GSMH
- Kişi Başına 301.9 milyar Yuan
14.871 Yuan
Doğu Türkistan; Tanrı Dağları, Altay ve Kurum Dağları arasındaki Cungarya Havzası, Tarım ve Turfan Havzasını da içine alan 1.828.418 Km2 yüzölçümündedir. Doğu Türkistan, bütün Çin toprağının 1/5 'ini (beşte birini) teşkil eder. Avrupa'nın en büyük devletlerinden Fransa'nın 3 katı, Macaristan'ın 17 kat büyüklüğündedir. Toprak büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde 19.ncu sırada yer alır.
Dünya Medeniyetinin Altın Beşiği diye anılan Taklamakan Çölü, Tabiat'ın Cenneti olarak bilinen Altundağ Parkı, Avrasya Köprüsü olarak anılan İpek Yolu, dünyanın en yüksek göllerinden olan Tanrı ve Buğda gölleri, dünyanın deniz seviyesinden en düşük çukurluğu olan Aydınköl, ayrıca Kıduran Antik Şehir Harabeleri, Miret, Çerçen Uzuntat, Hanöy (Hanevi) Eşşar, Subaş, Üçkat Rumtay Kadım Şehri, Kumtura, Kızıl, Onbaş Togtuz, Hücra ve Bezeklik Mingöy (Binev) Harabeleri gibi daha dünyada sırrı açılmayan medeniyet merkezleri Doğu Türkistan'dadır.Lopnor, Boğraş, Barsköl Buğda, Sayram, İbnur ve Ulunkur gölleri ile Tarım, Yarkent, Hoten, Konci, İLİ, Manas ve İrtiş ırmakları vardır.Sınırsız nehir vadilerinde, göllerin sahillerinde, dağların ve ormanların etrafında yaşayan Müslüman Türkler, bilinen tarihten beri bu topraklarda tarım ve hayvancılık yaparak yaşaya gelmişlerdir.Günümüzde Doğu Türkistan'da 16 şehir ve 86 ilçe mevcut olup, Çinliler bu toprakları 1 merkezi şehir, 8 vilayet ve 5 özerk ilçeye bölerek idare etmektedir.
Doğu Türkistan'ın nüfusu 1949 yılında 9 milyon olup, 600 000 (altıyüzbin) 'i azınlıkları ( Çinli, Mançu, Sive v.b. ) teşkil ediyordu. Günümüzde ise 26 milyon Müslüman Türk'ün yaşadığı bu ülke, zengin tarihi, tabiat güzellikleri, madeni zenginlikleri olduğu halde, Çinli bir yöneticinin ifadesiyle 'Altın Kapla Dilenen Bir Kişi' durumuna düşürülmüştür.
Doğu Türkistan, tarihte birçok Türk İmparatorluklarına merkezlik yapmıştır. Tarihi kaynaklarda, Teoman Yabgu tarafından M.Ö. 220 yılında kurulduğu kaydedilen Büyük Hun İmparatorluğu'nun asırlarca hakimiyeti altında bulunan Doğu Türkistan; bu imparatorluğun M.S.430 yıllarında yıkılmasından sonra, başka bir Türk Devleti'nin hakimiyeti altında bulunmuştur. Bu devlet; Göktürk Devleti'dir. M.S.552 yılından itibaren varlığını hissettirmeye başlayan Göktürk Devleti, bütün Türkistan hükümdarlarını itaati altına alarak, büyük bir imparatorluk meydana getirmiştir. 660 yılında bir ara Çin istilasına uğrayan Doğu Türkistan, Kapağan Han zamanında Çiniler'den geri alınmıştır (699).
Doğu Türkistan, tarihte birçok Türk İmparatorluklarına merkezlik yapmıştır. Tarihi kaynaklarda, Teoman Yabgu tarafından M.Ö. 220 yılında kurulduğu kaydedilen Büyük Hun İmparatorluğu'nun asırlarca hakimiyeti altında bulunan Doğu Türkistan; bu imparatorluğun M.S.430 yıllarında yıkılmasından sonra, başka bir Türk Devleti'nin hakimiyeti altında bulunmuştur. Bu devlet; Göktürk Devleti'dir. M.S.552 yılından itibaren varlığını hissettirmeye başlayan Göktürk Devleti, bütün Türkistan hükümdarlarını itaati altına alarak, büyük bir imparatorluk meydana getirmiştir. 660 yılında bir ara Çin istilasına uğrayan Doğu Türkistan, Kapağan Han zamanında Çiniler'den geri alınmıştır (699).Göktürk İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla, hakimiyet yeni Türk devletinin eline geçmiştir. Türkeş Devleti, Karluk Devleti ve Uygur Devleti gibi devletlerin idarelerinden sonra, Türk tarihinin en büyük devletlerinden olan Karahanlılar Devleti, Doğu Türkistan'a yeni bir ruh ve anlayış kazandırmıştır. Bu devreye kadar (840-1212) Türk toplumlarında, tek tük İslam olma vakıaları görülmekteyse de, Karahanlılar devrinde İslam Dini Türk milletinin vazgeçilmez hayat kaynağı olmuştur. Öteden beri hiç bir yabancı dine iltifat etmeyen Türkler, Karahan Devleti'nin devlet politikası içerisinde kısa zamanda İslamlaşmışlardır.
Doğu Türkistan, tarihte birçok Türk İmparatorluklarına merkezlik yapmıştır. Tarihi kaynaklarda, Teoman Yabgu tarafından M.Ö. 220 yılında kurulduğu kaydedilen Büyük Hun İmparatorluğu'nun asırlarca hakimiyeti altında bulunan Doğu Türkistan; bu imparatorluğun M.S.430 yıllarında yıkılmasından sonra, başka bir Türk Devleti'nin hakimiyeti altında bulunmuştur. Bu devlet; Göktürk Devleti'dir. M.S.552 yılından itibaren varlığını hissettirmeye başlayan Göktürk Devleti, bütün Türkistan hükümdarlarını itaati altına alarak, büyük bir imparatorluk meydana getirmiştir. 660 yılında bir ara Çin istilasına uğrayan Doğu Türkistan, Kapağan Han zamanında Çiniler'den geri alınmıştır (699).Göktürk İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla, hakimiyet yeni Türk devletinin eline geçmiştir. Türkeş Devleti, Karluk Devleti ve Uygur Devleti gibi devletlerin idarelerinden sonra, Türk tarihinin en büyük devletlerinden olan Karahanlılar Devleti, Doğu Türkistan'a yeni bir ruh ve anlayış kazandırmıştır. Bu devreye kadar (840-1212) Türk toplumlarında, tek tük İslam olma vakıaları görülmekteyse de, Karahanlılar devrinde İslam Dini Türk milletinin vazgeçilmez hayat kaynağı olmuştur. Öteden beri hiç bir yabancı dine iltifat etmeyen Türkler, Karahan Devleti'nin devlet politikası içerisinde kısa zamanda İslamlaşmışlardır.Karahanlılar'dan sonra, Karahıtaylılar ve Mogollar devrini de yaşayan Doğu Türkistan, 1760 yılında Çin-Mançur istilasına maruz kalmıştır. Mançurların ülkeye girişleriyle korkunç bir işkence ve zulüm devri başlamış, buna tahammül edemeyen Türkler, zaman zaman Mançur yönetimine karşı ayaklanmışlardır. Bu ayaklanmalar içerisinde 1863 yılında, bütün ülke çapında başlatılan kurtuluş hareketi kısa zamanda gelişmiş ve Yakup Han Bay Devleti'nin gayretiyle Çinliler ülkeden çıkartılarak milli bir devlet kurulmuştur.
14 sene devam eden bu yeni devlet, aynı zamanda, Osmanlı idaresiyle temasa geçen ve Osmanlı Devleti'ne tabi olan ilk Doğu Türkistan Devleti olmuştur. Yakup Han Bay Devlet'in ölümünden sonra, Doğu Türkistan tekrar 1876 yılında Çin-Mançur yönetimine geçmiştir.
İşte bu tarihten sonra Doğu Türkistan'da korkunç bir imha ve asimile hareketi başlatılmış, Doğu Türkistan ismi değiştirilerek 'Sinkiang' -ilhak edilmiş toprak- denmiş, diğer bütün şehir, kasaba, makam v.s. isimleri Çinlileştirilmiştir.
1934-1944 yılları arasında, bir ara Sovyet Rusya yönetiminde kalan Doğu Türkistan, Rusların meşhur işkence ve katliam hareketlerine sahne olmuştur.
1944'ten sonra tekrar Çin idaresinin baskısı altında bulunmuş, 1949 yılından sonra da komünist Çin kuvvetlerinin istilasına uğramıştır. O günden bu yana Doğu Türkistan, komünist rejim tarafından en katı ve acımasız bir şekilde yönetilmiştir.
Ancak, şunu kaydetmeden geçmeyelim. 1876 yılından beri, Doğu Türkistan'da şövenist bir idare kuran bütün Çin iktidarları döneminde, hemen her yıl büyük ayaklanmalar ve direniş hareketleri vukubulmuştur.
1933 yılında Hacı Hoca Niyaz ve 1940 yılında Osman Baturların liderlik ettiği Kumul Ayaklanması neticesinde kurulan ve fakat devam edemeyen 'Şarki Türkistan Devleti' 1944 yılında Ali Han Töre liderliği altında vukubulan ayaklanma ve tekrar kurulan 'Şarki Türkistan Devleti', 1947'de halkın tekrar Çin'e baskıları neticesinde kurulan 'Dr.Mesut Sabri Hükümeti' 1950 yılında tekrar Osman Batur ve Canım Han Hacıların direnişleri, 1958, 1962, 1965, 1968 yıllarındaki büyük ayaklanmalar; bu dönemdeki kurtuluş hareketlerinin başlıcalarıdır.
1953 yılında bütün Doğu Türkistan çapında Çinliler'in gayri insani uygulamalarına karşı genel bir silahli ayaklanma baş gösterdi. Komünist Çin ordularının komutanı olarak Doğu Türkistan'ı işgal eden ve Doğu Türkistan celladı olarak bilinen Vang Cin 'Devrim aleyhtarı unsurları yok etmek' sloganı ile 250 000 'den fazla dini zatları ve aydınları tutuklayarak çeşitli işkencelerle öldürdü. Doğu Türkistan toprakları şehitlerin kanı ile sulandı.
1955 yılında Hoten'de Atçu ve Aksu'da büyük çapta ayaklanmalar meydana geldi. Çin işgal ordusu silahsız halk üzerine ağır silahlarla ateş açarak yüzlerce Türkü öldürdü. Binlerce kişi zindanlara atıldı, işkencelerle öldürüldü, binlerce kişi de ağır çalışma kamplarına sürüldü.
1962 yılında 9 siyasi yeraltı teşkilatı siyasi yönden harekete geçti. İli ve Çöçek bölgelerinde gösteriler düzenlendi. Çin askerleri göstericilerin üzerine ateş açarak bu gösterileri kanlı şekilde bastırdı. 1 milyondan fazla Türk, bölgeden Kazakistan'a ilticaya mecbur bırakıldı.
1967-1968 yılları arasında müslüman Türk halkı tarafından kurulan 300'den fazla silahlı teşkilat ortaya çıkarıldı. Mensupları tutuklanarak kurşuna dizildi.
1969 yılında Ahunoğlu (Ahunov) Mecit liderliğindeki bir silahlı teşkilat, ayaklanma öncesi yönetim tarafından haber alındı. Teşilat üyeleri acımasızca kanla bastırılarak şehit edildi.
1970 yılında Eyalet Hükümet Başkan Yrd.Eminoğlu (Eminov) 'un da içinde bulunduğu 23 bin'den fazla 'Gizli bir Siyasi Partinin ' üyeleri ayaklanma arafesinde bastırıldı. Eminoğlu başta olmak üzere lider kadro idam edildi. Bu defaki bastırma harekatında Merkezi Çin Yönetim, Doğu Türkistan'da ilçe derecesindeki Çinli yetkililere 'idam cezası verme yetkisi ' verdi. Binlerce vatansever genç aydın Çinli vahşilerce öldürüldü ve bir kısmı da çalışma kamplarına sürüldü.
Bu tür kanlı hadiselerden 10 yıl sonra, 1981 yılında Doğu Türkistan'ın Merkezi Ürümçi şehrinde ilk defa demokratik mücadele patlak verdi. İşçiler başta olmak üzere her kademedeki halk kitleleri Çinliler tarafından bir suikast sonucu öldürülen Abdulhamit Mesut'un kanlı cesedini sokaklarda gezdirerek açık şekilde 'insani haklarımızı canımız pahasına da olsa koruyacağız' , 'Kana Kan - Cana Can!' gibi sloganlar atarak Eyalet Komunist Partisi Merkezi önünde gösteri yaptı. Komünist yönetim, Çin Anayasası'ndaki gösteri yapma hürriyetini çiğneyerek, açık şekilde bu gösteriye müdahale etmemekle beraber katılanları tespit etti ve gizli bir şekilde hepsini tutuklayıp cezalandırdılar.
1985 yılının Aralık ayında 10 bin'e yakın Müslüman Türk öğrenci, Ürümçi Üniversitesi'nde dersleri 1 hafta süre ile boykot ederek sokaklarda gösteri yaptılar. Daha sonra Çin'in Pekin, Nancing ve Şanghay gibi büyük şehirlerindeki üniversiteli Türk öğrenciler de bu eylemleri desteklemek için bulundukları yerlerde gösteri yaptılar. Bunlar, yönetimden, Doğu Türkistan'daki 'Atom Denemeleri'nin durdurulması, Çinli göçmen akınına son verilmesi, demokratik seçme ve seçilme hakkının tanınması, Doğu Türkistanlı Müslüman Türklerin insani, milli hak ve hukuklarının iadesi gibi yasal ve masum taleplerde bulundular. Çin idaresini uzlaşma yolu ile bazı vaadlerde bulunmaya mecbur bıraktı. Fakat bu gelişmelerden çok kısa bir süre sonra öğrenciler okulsuz, diplomasız ve işsiz bırakıldı. Bazı öğrenci liderleri gizlice tutuklandı.
1989 yılında Ürümçi'de Müslümanlar, İslamiyet'e yapılan hakaret ve saldırıların durdurulması ve demokratik hakların verilmesini talep ederek gösteriler yaptılar.
1990 yılının Nisan ayı başlarında Kaşgar'ın Baren kasabasında Çin işgal yönetimine karşı silahlı ayaklanma patlak verdi. Doğu Türkistan İslam Partisi'nin mücahitleri cihad ilan ederek Çin askerlerine karşı savaştı. Büyük bir bölümü çarpışmalarda şehit oldu. Binlerce Müslüman Türk tutuklandı. Bu olay Çin hükümetini derinden sarstı.
1992 yılının Aralık ayında dünyanın dört bir yanından gelen Doğu Türkistan Muhacirlerinin Temsilcileri Sosyal ve Kültürel Kuruluşların Başkanları ile ileri gelen aydınları Türkiye'nin İstanbul sehrinde bir araya gelerek 3 gün süren 'Doğu Türkistan Milli Kurultay'ını tertip ettiler. Doğu Türkistan Müslümanlarının bu çilekeş ve muzdarip temsilcileri Doğu Türkistan Halkının fiziki ve kültürel varlığını, milli kimliğini imhayı hedef alan uygulamalarını, insanlığa, dünya barışına ve milletlerarası dostluk ve işbirliği ülküsüne karşı işlenmekte olan ağır insanlık suçu olduğunu bütün dünyaya ilan ettiler. Milli Kurultay ayrıca, Doğu Türkistan'ın yeniden bağımsız bir devlet olarak doğuşu için gerekli politikaları tespit ve kabul etti.
Günümüzde Doğu Türkistan Türkleri her zamankinden daha çok azim ve inançla Birleşmiş Milletlere vücut veren temel ilkelere, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde belirtilen bütün hak ve hukukun kendilerine de tanınması yolunda büyük bir mücadele içindedir.
www.uygur.org
resimler hurriyet.com
Türkçe (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 1. maddesi)
Bütün insanlar özgür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik duygusu ile hareket etmelidirler.
Uygurca
Hemme adem zatidinla erkin, izzet-hörmet we xoquqta babbarawer bolup tuğulğan. Ular eqilğe we wicdanğa ige hemde bir-birige qérindaşliq munasiwitige xaş rox bilen mu’amile qilişi kérek.
Şiilik veya Şia (Arap: الشيعة, Farsça: شیعه), İslam'da Sünnîlik'ten sonra en yaygın ikinci mezheptir. Bu mezhebin mensuplarına Şiî denir. Şii Müslümanlar, %16'lık oranla İslam dünyasında azınlıkta olmalarına rağmen, İran, Azerbaycan, Bahreyn, Irak ve bir olasılıkla Yemen'de nüfusun çoğunluğunu ayrıca Lübnan'ın da önemli bir kısmını oluşturmaktadırlar.
"Şia" terimi "takipçiler" veya "izdeşler" anlamına gelen Arapça شيعة kelimesinden gelmektedir. Tarihteki kullanım "Şiat-ı Ali" yani "Ali'nin takipçileri" anlamına gelen شيعة علي ifadesinin kısaltılmış formudur. Sünni ve Şii kaynaklar terimin Muhammed'in vefatını takip eden yıllarda kullanılmaya başlandığı konusunda hemfikirdirler.Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Suriye'de bu kelime yerine daha çok 'Ali Yanlısı' anlamına gelen Alevi sözcüğü kullanılır. Uygurlar'da ve Horasan'da Alevi sözcüğü sadece Ehlibeyt'i ifade etmek için kullanılırdı
Şiilik, İran'ın %89'si, Irak'ın %60-%65, Azerbaycan, Yemen,Bahreyn, Katar,Türkmenistan, Türkiye ve Lübnan mevcuttur. Ayrıca Suudi Arabistan'ın %15'i. ,Pakistan'ın %20'i ve Afganistan'ın %19'si Şiidir.
Sünnilik Hz Muhammed'in (SAV) sünnetini takip edenler anlamına gelmekteyse de bu durum Şiilerin sünneti veya hadisi dinin kaynakları arasında saymadıkları anlamına gelmemektedir. Şiiler peygamberin "gerçek" sünnetini takip ettiklerini çünkü peygamberin soyundan gelen kimselerden bu sünneti aldıklarını savunmaktadırlar.
Bunun sonucu olarak Şiilik ve Sünnilik kayıtlı şihafi gelenek veya hadislere farklı yaklaşmaktadır. Şii inancına göre Şiilik ve Sünnilik arasındaki ayrım peygamberin vefatıyla bir kısım müslümanların Ali'nin önderliğini (hilafet) benimsemesiyle diğerlerinin ise güçlü bir şekilde Ebu Bekir'i desteklemesiyle birlikte başlamıştır. Şiiler Ali'ye hilafetin Gadir Hum'da verildiğine ve bu olayın kendilerinin de benimsedikleri güvenilir kaynaklarda bulunduğuna inanmaktadırlar.
İslam hukuku kısmen hadise dayalı olduğundan Şiilik Sünni hadis kaynaklarından bazılarını Sünniliğin de Şii hadis kaynaklarından bazılarını reddetmeleri her iki grubun kabul ettiği İslam hukukunda da farklılıklar doğmasına neden olmuştur. Örneğin Şiilik ve Sünnilik Cuma namazını kılmalarına karşın namaz vakitlerinde farklılıklar vardır. Yine Şiilerin uygulayageldikleri geçici nikah (Mut'a Nikahı) Sünnilik tarafından dinde bir zamanlar gerçekleştirilmekle birlikte daha sonra Hz Muhammed (SAV) tarafından tümüyle uygulamadan kaldırıldığına inanılmaktadır. Fakat şiiler bunun Ömer tarafından kaldırıldığını özelllikle sünni kaynaklarından ispatlamaktadır ve peygamber zamanında kabul görülen bir şeyin kaldırılmasını uygun görmemektedir. Binâenaleyh peygamberin doğru gördüğü kıyamete kadar doğru, yanlış gördüğü ise kıyamete kadar yanlıştır.
Caferi Şiası için Sünnet Hz Muhammed'den (SAV) aktarılan sözlü gelenek olduğu kadar İmamlardan da aktarılanları kapsamaktadır. Şia dünyada Tabatai'nin deyimiyle "Şia dünyada en güvenilen ve benimsenen hadis" külliyatı Kuleyni'nin "Al-Kafi"sidir. Dörtbin hadisin bulunduğu bu kaynak kitap Sünniler tarafından güvenilir bulunmadığı için kullanılmamaktadır.
Şiilerin güvenilir kabul ettiği diğer hadis kaynakları ise;
İbn-i Babeveyh el-Kummi'nin "Men Lâ Yehduruhül Fakih" (Bir Fakihin Ortaya Koyduğu Şeyler)
Ebu Cafer et-Tusi'nin "El-İstibsar" ve "Tehzib'ul Ahkam" kitaplarıdır
Sünnilik - Şiiliğin ayrılışı
Sünni ve Şii ayrımı Hz Muhammed'in (SAV) 632 tarihinde vefatıyla birlikte başlamıştır. Yaşadığı sürece peygamber kimliğinin yanısıra siyasi önder vasfını da kendisinde bulunduran peygamberin artık hayatta olmayışı müslüman toplumu yeni önderin kim olacağı sorusuyla karşı karşıya bırakmıştı. Sakife denilen yerde toplanan bir grup müslüman hilafete Ebu Bekir'i seçmiş daha sonra Şii olarak adlandırılacak olan Ali taraftarı bir grup müslüman da Hz Muhammed'in (SAV) damadı olan Hz Ali'nin bu göreve daha layık olduğunu ve Ebu Bekir'i seçen grubun hak yoldan saptığını düşünmüştü.
Peygamberin vefatının üzerinden yaklaşık otuz yıl geçtikten sonra İslam toplumu ilk iç savaşı yaşamıştır. Bu savaş müslümanların üç grubunu birbirinden kesin olarak ayırmıştır.
Sünniler Sünnilik - Sünniler ilk dört halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) Kur'an ve Sünnet'e uygun hak yöneticiler olduğuna ancak sonradan gelen çoğu halifenin önceki halifelerin standartlarına uymakta başarısız olduğuna inanmaktaydılar. Ancak ilk halifeler kadar başarılı olamadıysalar da Sünni ulemaya müslümanlar sonradan gelen otoritelere de itaat etmeleri gerekliydi.
Miras sorunu
Şii'lere göre Hz Muhammed'in (SAV) dul eşlerinin yanısıra Ali ve Fatıma'nın da, Ebu Bekir'in hilafetinden hoşnutsuz olmalarının bir başka nedeni daha vardı . Hz Muhammed (SAV) vefat ettiğinde geride önemli miktarda arazi ve mal varlığı bıraktı. Bunların en meşhuru tartışmaların da odağında olan Fedek Arazisi'dir. Ebu Bekir'e göre bu mal ve araziler peygamber tarafından halkın yararına idare ediliyordu ve dolayısıyla devlete aitti. Hz Ali ise "Hz Muhammed'e (SAV) gelen veraset ile ilgili vahiylerin peygamber'in mirasını da kapsadığını" iddia ederek bu duruma karşı çıkıyordu. Zira Kur'an'da vefat eden bir kişinin mirasının nasıl pay edileceği izah edilmektedir. Şiilere göre Ebu Bekir Muhammed'in dul eşlerine devletten maaş bağlamış ancak Hz Muhammed'in(SAV) kanından olan Hz Ali, Fatıma ve İbn Abbas'a o kadarını bile vermemişti.
Eşi Fatıma'nın ölümünden sonra Hz Ali Fatıma'nın peygamber'in mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir'den halifeliği devralan .Ömer Medine'deki arazileri Muhammed'in kabilesi Haşimoğulları adına Ali ve Abbas'a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi'ni ise devlet malı saydı (Madelung, 1997 s. 62). Şii kaynaklarına göre bu durum Hz Muhammed'in (SAV) soyundan olanlara (Ehl-i Beyt), baskıcı halifeler tarafından yapılan haksızlıkların bir başka örneğidir
Şii öğretisi
İmanın Şartları (Usūl al-Dīn)
Tevhid (Birlik): Allah´ın Bir oluşu
Adalet : Allah´ın adil oluşu
Nübüvvet (Peygamberlik): Allah´ın tüm insanlığa dini öğretmek için mükemmel ve yanılmaz peygamberler atadığı.
İmamet (Liderlik): Allah´ın insanlığa rehberlik edecek belirli liderler atadığı
Kıyamet (Hüküm Günü): Allah´ın kıyamet günü insanları dirilteceği
İslamın Şartları (Furū al-Dīn)
Namaz : Günde 5 kez üç ezan ile icra edilen ibadet
Oruç : Ramazan ayında oruç tutmak. Şiilikte günbatımı, güneşin tam batımı anlamına geldiği için Sünnilerinkine göre birkaç dakika gecikir.
Hac : (Pilgrimage) Mekkedeki Kabe bölgesinde hac ibadetinin gereklerini yerine getirmek. Şiilikte Hac bittikten sonra Medine'deki Muhammed'in mezarı ve imamzadeler ziyaret edilir. Bunun dışında Necef'teki İmam Ali Türbesi ve Kerbela'daki İmam Hüseyin Türbesi, Onikicilikte Meşhed'deki İmam Ali Riza Türbesi gibi imamzadeler ziyaret edilir.
Zekat : Fakirlere dağıtılmak üzere belirli gelir grubuna sahip insanların gelirinden yaptığı yardım.
Hums :(Beşte Bir) Vergi vermek.
Cihad (Mücadele) : Allah adına mücadele etmek. Cihad iki türlüdür. İlki insanın yaşamının her aşamasında iyiyi yerine getirmek adına nefsiyle verdiğidir ki buna "Büyük Cihad" denir ikincisi de "Küçük Cihad" denilen kişinin dışında olan kötülüklerle mücadelesidir.
Emr-i Bil Maruf : İyiliği emretmek
Nehyi Anil Münker : Kötülükten sakındırmak
Tevella : Ehl-i Beyti ve onların takipçilerini sevmek
Teberra : Ehl-i Beyt'in düşmanlarından kişinin tüm ilişkisini kesmesi
Şiilik ile Sünnilik arasındaki anlayış ve uygulama farkları
Şiiler, Hz Muhammed'den (SAV) sonra hilafet'in Hz Ali ve soyuna ait olduğunu savunur ve sünnilerin meşru ve dince makbul kabul ettikleri ilk üç halife (Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın) hilafeti Ali'den gasp ettiklerine inanırlar. Yezid'in babası Muaviye konusunda ise bir ayrılık vardır. Şiiler Yezid hakkındaki görüşlerin benzerini Ali'nin hilafetine karşı çıktığı için Muaviye için de sürdürürler ancak Sünniler Muaviye'nin bir "ictihad" yaptığını ve ictihadında yanılsa bile Kur'an'ın vahiy katibi ve peygamberin eshabından olduğu gerekçesiyle hakkında kötü ifadede bulunmaktan kaçınırlar. Şiiler ise peygamberin sahabesinden olmasının daha sonra yaptığı çirkinlikleri örtemeyeceğini anlatmaktadırlar.
Şiiler'e göre Sunnilikte iktidar siyasi bir meseledir. Peygamberi bile ilgilendirse dahi bir soy meselesi olarak değil, ümmetin kendi içinde istişare ile çözeceği bir konu olarak görülür ve genellikle "devlet başkanına itaat" kültürü hakimdir. Şiilerde ise iktidar inanç meselesidir ve meşru siyasi lider aynı zamanda ruhani liderliği de elinde bulunduran Ali ve soyundan gelen imamlara aittir. Caferi şiasında kıyamete kadar gizli kalan Mehdi dahil 12 imamın günahsız olduğuna, "vahiy alma" hariç, "günahsızlık" ve benzeri konularda peygambere benzediğine inanılır.
Küçük yaşta gaip (saklı) olan 12. imamın ölmediğine ve halen hayatta olup kurtarıcı (mehdi) olarak tekrar geri döneceğine inanırlar. Sünniler ise Mehdi'nin henüz dünyaya gelmeyen Muhammed'in soyundan birisi olacağına inanırlar.
Tehlike anında inancı saklamanın (takiyye) caiz olduğuna inanırlar.
Muta nikahının (belirli bir süreyle sınırlandırılmış evlilik) sünnilerin kabullenmemesinin aksine dinen uygun (caiz) olduğuna inanırlar. Şiilere göre bunun peygamber zamanında yapılması uygun görülmüş, Kur'an-ı Kerim'de de onaylanmıştır. Anadolu da Türk şiilerinde de bu nikah vardır. Ancak Zaza ve Kürt şiilerinde bu uygulama yoktur.
Alevilik ve Şiilik
Alevîlik'in Şiîliğin bir kolu mu, yoksa başlı başına bir mezhep mi olduğu konusu tartışmalıdır. Şiîlik, İslâmiyet'in Sünnilikten sonra dünyâda en yaygın ikinci mezhebidir. Alevîlik'le Şiîliğin çıkış noktası ve 12 İmam İnanışı gibi temel kavramları aynı olsa da anlayış ve genel uygulamalar bakımından aralarında bazı farklılık vardır. Bununla birlikte Batılı kaynaklarda Alevîlik, genellikle Şiîliğin bir kolu ya da Türk veya Osmanlı Şiiliği olarak tanımlanır. Bazı araştırmacılar ve Batı'lı teologlar, Şiiliğin fıkıh mezheplerinden Caferiliği'ni benimseyen İslam inancının Anadolu'daki tasavvuf uygulaması Alevilik olarak adlandırılır.Şiiler veya Aleviler her ikisi de Ehl’i Beyt’e bağlı , 12 imamlara bağlıdır. İnanç temelleri aynıdır bunun dışında ibadet uygulamasında bazı farklar vardır. Bazı kaynaklarda Anadolu Aleviliği "Heterodoks Şiilik"; İran Aleviliği ise "Ortodoks Şiilik" olarak belirtilir. Yine de 12 İmam İnancı, Ali yanlılığı ve Ehl-i beyt'e sevgi ve bağlılık gibi temel unsurlar, Şiiliğin tüm kollarında ve Alevilikte ortakdır.
Türkiye ve Suriye'deki Aleviler, bu ülkelerdeki Şii nüfusun çoğunu oluştururlar. Türkiye'de heterodoks Şii olarak tanımlanan Alevilerin yanı sıra bazı yerleşim birimlerinde Ortodoks Şiiler de yaşamaktadır.
Kaynakça
Wikipedia Shia maddesi
Historic background of the Sunni-Shia Split
1 ↑ Shi`a Sources of Legislation
Türk Dilleri 2
Türk dilleri veya Türk lehçeleri olarak Doğu Avrupa'dan Sibirya ve Çin'in batısına dek uzanan bir alanda ana dil olarak 140 milyon kişi tarafından, ikinci dil olarak konuşanlar da sayılırsa 165 milyon kişi tarafından konuşulan, birbirleri ile çok yakın akraba olan ve 40 ayrı yazı diline bölünen bir dil grubu tanımlanır. Türk dilleri Altay dilleri ailesine aittir. En çok konuşulan Türk dili, Türkiye Türkçesidir.
Türk dillerini diğer dil ailelerinden farklı kılan mühim bir özelliği, konuşucularının uzun süre göçebe olarak yaşamışlığı ve bu yüzden bu dillerin sürekli birbirlerinden etkilenmiş olmalarıdır. Türk dillerinin çok sayıda aynı anlamda kullanılan ortak sözcüklere sahip olmalarının yanı sıra cümle yapıları da hep aynı kalır. Bu yüzden Türk dillerinin bir dil ailesi olmadığı, tek bir dilin lehçeleri olduğu görüşü de yaygındır ve Türk lehçeleri, Çağdaş Türk yazı dilleri veya Türk dilinin kolları gibi adlandırıldıklarına da rastlayabiliriz.
Bu tabloda Türk dillerinde cümle yapısının aynı kaldığını gösteren bir örnek görebilirsiniz:
Diller Cümle yapısı
Türkiye Türkçesi Çocuklar okulda dilimizi latin alfabesi ile yazıyor.
Gagavuzca Uşaklar şkolada / okulda dilimizi latin alfavitindä yazêr.
Azerbaycanca Uşaqlar məktəbdə dilimizi latin əlifbası ilə yazır.
Türkmence Çagalar mekdepde dilimizi latyn elipbiýi bile(n) ýazýar.
Özbekçe Bolalar maktabda tilimizni latin alifbosi bilan / ila yozadi.
Uygurca Balilar mektepte tilimizni latin elipbesi bilen yazidu.
Kazakça Balalar mektepte tilimizdi latin alfavitimen jazadı.
Kırgızca Балдар мектепте тилибизди латын алфавити менен жазат
Baldar mektepte tilibizdi latın alfaviti menen jazat.
Tatarca Balalar mäktäpdä telebezne latin älifbası bilän / ilä yaza.
Bu tabloda Türk dillerindeki aynılıkları ve farklılıkları görebilirsiniz.
Diller Cümle yapısı
Türkiye Türkçesi Yeni Yılınız Kutlu Olsun.
Gagavuzca Yeni yılınızı kutlerim.
Karaimce Sizni yanhı yıl bıla kutleymın.
Azerbaycanca Yeni iliniz mübarek olsun.
Güney Azerbaycanca Teze iliniz mübarek.
Kuzey Irak Türkmen Lehçesi Y'engi iliwiz mübarak olsun.
Türkmence Teze (-taze) yılınızı gutlayaarın.
Özbekçe Yengi yılıngız mübarek bolsun.
Uygurca Yengi yılıngızğa mübarek bolsun.
Kazakça Canga cılıngız kuttı bolsın.
Karaçayca Cangngı cılığıznı alğışlayma.
Balkarca Cangngı cılığıznı alğışlayma.
Nogayca Yana yılınız men.
Karakalpakça Canga cılıngız kuttı bolsın.
Kırgızca Cangı cılıngız kuttu bolsun.
Tatarca Sezne yanga yıl belen tebrik item.
Kırım Tatarcası Yanı ılınız kaırlı (mubarek) olsun.
Moldova-Romanya Tatarcası Ceni cılınız kutlu bolsun.
Başkırtça Hezze yangı yıl menen kotlayım.
Kumukça Yangı yılıgız kutlu bolsun.
Hakasça Naa çılnang alğıstapçam (-alkış) şirerni.
Tuvaca Caa çıl-bile bayır çedirip or men.
Hakasça Naa çılnang alğıstapçam şirerni.
Altayca Slerdi cangı cılla utkup turum.
Şorca Naa çıl çakşı polzun.
Yakutça Ehigini şanga cılınan eğerdeliibin.
Çuvaşça Sene sul yaçepe salamlatap.
Çoğu Altay dillerinde olduğu gibi Türk dillerinde de büyük ve küçük ses uyumu vardır (Özbekçe hariç), yazımda sözcükler son ekler alarak uzarlar ve cümle yapısı özne-nesne-yüklem sırasıyla oluşturulur.
Kazakça örnek:
jaz (yaz)
jaz.u (yazı)
jaz.u.şı (yazıcı/yazar)
jaz.u.şı.lar (yazıcılar)
jaz.u.şı.lar.ım (yazıcılarım)
jaz.u.şı.lar.ım.ız (yazıcılarımız)
jaz.u.şı.lar.ım.ız.da (yazıcılarımızda)
jaz.u.şı.lar.ım.ız.da.ğı (yazıcılarımızdaki)
jaz.u.şı.lar.ım.ız.da.ğı.lar (yazıcılarımızdakiler)
jaz.u.şı.lar.ım.ız.da.ğı.lar.dan (yazıcılarımızdakilerden)
Yüzyıllar boyunca Türk dillerini konuşan halklar göçebe hayatı sürdürmüşler ve özellikle İran, İslav ve Moğol gibi farklı toplumlarla birçok alanda etkileşimde bulunmuşlardır. Geniş bir tarihe yayılan bu etkileşim sürecinden Türk dilleri de önemli oranda etkilenmiştir. Bu etkileşim sürecinde Türk dilleri de kendi aralarında bazen birbirlerinden uzaklaşıp bazen de göçebe yaşam şekli nedeniyle tekrar yaklaşıp kaynaşmışlardır. Bu yüzden Türk dil grubu ve içindeki dillerin tarihi gelişimleri kısmen belirsizleştirmiş, bu yüzden Türk dillerinin sınıflandırılmasının birden fazla sistemi oluşmuştur. Günümüzde en genel kabul görmüş sınıflandırma sistemi Samiloviç'in kalıtsal sınıflandırması olmakla beraber ayrıntılarda tartışmalar sürmektedir.
"Dil" ve "Lehçe" tartışması
Türkiye'de Türk dilleri ailesinin adlandırılması, ve bu dillerin yalnızca bir dil mi yoksa birçok diller mi oldukları hakkında farklı fikirler yaygındır. Türk Dil Kurumu yayınlarında, önceleri "Türk lehçeleri" adı benimsenmişken, sonraları bu ad yanında "Türk dilleri" deyimine de yer verildiği görülmektedir. Ankara Üniversitesi Türk dillerini öteden beri "lehçe" sayar ve "Türk dilleri" deyiminden kaçınır. İstanbul Üniversitesi ise, daha aşırı bir tutumla, "lehçe" deyimini yalnız Çuvaşça ve Yakutça gibi öbürlerinden çok farklı iki Türk dili için kullanmakta, bu diller dışındaki bütün Türk dillerini "lehçe"nin de altında bir konuşma türü ("variety of speech") saydığı "şive" sözü ile adlandırmaktadır. Bu durumda, Türk dillerinin Türkiye'deki adlandırmalarında üç ayrı görüşle karşı karşıyayız demektir:
Türkiye haricinde dünya genelindeki dil biliminin, Türk Dil Kurumunun ve Hacettepe Üniversitesinde Türkolog ve Altayist Prof. Dr. Talat Tekin'nin görüşü: diller,
Ankara Üniversitesi'nin görüşü: lehçeler,
İstanbul Üniversitesi'nin görüşü: Çuvaşça, Yakutça ve Halaçça lehçe, diğerleri şive.
"Lehçe"nin anlamı
Dil biliminde bir konuşma türünün dil mi yoksa lehçe (diyalekt) mi olduğunu saptamak için kullanılan tek dil bilimsel ölçüt karşılıklı anlaşılabilirlik ("mutual intelligibility") ölçütüdür. Bu ölçüt, sıradan bir kimsenin dille ilgili şu yalın yargısına dayanır: "Aynı dili" konuşan insanlar birbirlerini anlayabilirler, ya da aksine birbirlerini anlamayan insanlar "ayrı diller" konuşuyorlar demektir.
Örnek: Altayca-Türkçe karşılaştırması
Ol onçozınañ ozo cortop oturdı = O, herkesten önce gitti.
Keçe eñirde bis kinodo bolgonıbıs = Dün akşam biz sinemada idik.
Bu biçik cûkta çıkkan = Bu kitap yakında çıktı.
Örnek: Hakasça-Türkçe karşılaştırması
Sírerge par kilerge miníñ mâm çoğıl = Size gelmek için vaktim yok.
Anıñ üçün ahça tölirge ayastığ = Onun için para ödemek yazık (olur).
Ol şkolanı am dâ tôspan = O, okulu henüz bitirmedi.
Örnek: Çuvaşça-Türkçe karşılaştırması
Vírenekensem şkula kayríš = Öğrenciler okula gittiler.
Kíneke sítel šinçe vırtat = Kitap, masa(nın) üstünde duruyor.
Yukarıdaki Çuvaşça cümleleri Türk dil bilimi öğrenimi görmemiş, Çuvaşça öğrenmemiş bir Türk'ün anlayamayacağı derecede farklıdır. Türkçe bilmeyen bir Çuvaş'ın da bu cümlelerin Türkçe karşılıklarını anlayamayacağı açıktır. O halde, Çuvaşça ile Türkçe arasındaki karşılıklı anlaşılabilirlik oranı sıfırdır ve bunlar iki ayrı dildir. Yani yukarıda karşılaştırılan dillerin arasındaki farklılıklar "lehçe" denilebilmesi için yeterli değildir.
Salı, Şubat 03, 2009
unutma unutturma
Khodjaly Massacre by Armenians in Azerbaijan
Originally uploaded by Akmescitli.
613 people were killed, among them, 63 children, 106 women, 70 elders.
8 families were killed completely.
25 children lost both parents.
130 children lost one of the parents.
487 people were wounded, including 76 children
1275 people were hostages.
150 people were missing
The damage done to both state and private property estimated 5 billion rubles (according to the prices for 01.04.92)
Over the night from February 25 to 26, 1992 Armenian armed forces implemented the capture of the Khojaly city with support of hard equipment and the personnel of the infantry guards regiment № 366 of former Soviet Union. The massed firing with using artillery weapon, hard military equipment, which was began in the evening of February 25, preceded assault of the city.
As a result of this the fire began in the city and by five o’clock in the morning the whole city was in fire. The population (about 2500 people) remained in the city were forced to leave their houses in the hope to find the way to Aghdam - the district center and the nearest place mainly populated by Azerbaijanis.
But these plans have failed. Armenian armed forces with the military support of the infantry guards regiment destroyed Khojaly city and with particular brutality implemented carnage over the peaceful population.
56 person were slain with special brutality. Armenian invaders burned people alive, cut their heads, dissected pregnant women, skinned corpses, heads, damaged their eyes, violated children and slew.
The holocaust was perpetrate by especially officers Yuri Zarviqorov, Evgeniy Nabokikh, Seyran Ohanyan, the latter is the present "Defense Minister" of Nagorniy Karabakh. We have to mention that the present president of Armenia, Robert Kocharyan organized the further sale and exchange of captives about 700 people.
We believe that, the world society will give a pertinent assessment to this genocide act.
JEAN-IVE-YUNET, journalist (France)
..We happened to be the witnesses of Khodjaly massacre, we saw the dead - bodies of hundreds of civilians - women, children, old-age people and defenders of Khodjaly. We managed lo fly by helicopter, we were taking photographs of everything we saw around Khodjaly at a height of a bird's flight. However Armenians started shooting our helicopter and we couldn't manage to finish our job. That was a terrible scene. I heard a lot about wars, about cruelty of German fascists, but Armenians went beyond them, killing 5 or 6 year-old children, innocent people. We saw a lot of injured people in hospitals, carriages, even in kindergarten and school buildings.
V. Belykh "Izvestia" newspaper reporter
...The dead-bodies exchanged for the alive hostages are occasionally brought to Agdam. You won' t see i t even in a nightmare: pierced out eyes, cut off ears, scalped heads, cut off heads. A n u m ber of corpses were dragged by ropes after the armed personnel carriers. There was no limit to humiliation.